Bir an için başka Dünyalardan canlıların gezegenimize indiğini ve insan varlığını anlamaya çalıştığını hayal edelim.. Bizi sadece fizik bedenimizle mi değerlendirirlerdi? Yani gördükleri kadarı ile?…. Biz kendimizi düşündüğümüzde ne farkediyoruz bedenimizi değil mi? mesela biz başka bir gezegenden gelen bir varlık ile tanışsak ona dair neler hissederdik? Bu sorularda bile görmek, bakmak, düşünmek, hissetmek vs bir sürü kavram ile hareket ediyoruz.
Öncelikle kesinlikle bizde kayıtlı olan veri sistemleri ile harekete geçeceğimiz kesin. Beynimiz baktığı zaman gözlerimizin gördüğü her şeyi kayıtlı veriler üzerinden tarayarak bize hızla bir yanıt oluşturur. Dolayısı ile aslında tüm çabalarımıza rağmen yeni bir şey görebilme ve deneyimleme konusunda sandığımız kadar nesnel ve özgür değiliz.
İnsanı tanımak ve anlamak istediğimizde de öncelikle bu oluyor. Bu istemin sahibinin öncelikle kendini iyi tanıyor ve gözlerinin önüne çekilmiş perdelerin, zihninde konuşup duran seslerin, depoda kayıtlı anılarının bu değerlendirmeye etkilerini iyi bilmesi gerekiyor.
Ne kadar profesyonelleşmiş isek bu iş o kadar karmaşıklaşıyor. Bir hekim ve terapist olarak insanı anlatabilirim size ya da bir antropolog da bu konuda konuşabilir. Artık bir kaç yüz kişilik üyesi kalmış bir kabile lideri de birşeyler söyleyebilir, hapisteki bir insan ya da onun öldürdüğü adamın karısı…. herkes kendi deneyimleri ile bakıyor insana ve hayata…
Geçen gün birisi ile konuşurken buna benzer bir konu anlatıyordum, aniden masada duran monitörü örnek gösterdim. Mesela sadece arkadan bakan birisi siyah sentetik bir fondan bahsedecek, sadece önünden gören de cam bölmesini, başka birisi masanın altına bakıp kabloları takip etse bağlı olduğu sabit diski de algılayabilir. Ama sabit diskle bağlantılı çalışma anı izlenmese monitörün nasıl bir araç olduğu asla doğru tanımlanamayacak… Yine bu genel bir monitör tanımı olacaktır.
İnsanı biyolojik veya psikolojik ya da sosyal bir varlık olarak ta anlatmaya çalışabiliriz ancak her bi yönden tek tek ele alarak incelersek bambaşka bir varlıktan bahsediyor olacağız. İnsanı başkaları ile ilişkisinde tanıyabiliriz, yeteneklerinden bahsedebiliriz. Bir insanla ilk karşılaştığımızda onu çok yakın hissedebilir ya da itici bulabiliriz. Ait olduğu ulusa, etnik kimliğe, dinine göre de kategorize edebiliriz. Bir çok bilgi bizim işimizi kolaylaştırıyormuş gibi gelir. Aslında o bilgi ve deneyimlere rağmen onu tanımaya çalışıyoruzdur.
Başka bakış açılarına saygı duyup onları anlamaya çalışmadıkça ve onların tarif ettiği insan olma halini deneyimlemedikçe son derece kısır bir insan algımız olacaktır. Aslında Dünya’daki tüm insanlar bir sabah uyanıp bunu kişisel olarak deneyimlemeye başlasalar; o gün savaşa gitmeyip diğer insanı anlamaya başlayabilirlerdi. Tüm insanlar mesela aniden atmosfere verilmiş bir toz ile önceki deneyimlerini unutsalar başka deneyimlere şans verebilirlerdi.
Bu böyle olana dek biz kendi sınırlı deneyimlerimizin penceresinden yaşamı algılamak, atalarımızdan bize miras kalan sağ kalma stratejilerini uygulamak, bedeller ödeyerek onların bağ, denge, sıra bozukluklarını dengelemeye çalışmak, takıldığımız bir bilinç evresi var ise o bilinç evresine uygun tepkiler ve beklentiler ile yaşamak, ama sonuçta yaşayarak ve öğrenerek insan gelişimi çizgimizi sürdürüp yolculuğumuza devam etmek durumundayız.
İnsanı yani insanın kendini tanıma yolculuğunun en azından bu yönleriyle ele alınması gerektiği ile başlamak istedim. Bu tür bir çaba olmadan insan varolan saklı tüm potansiyeline ulaşamaz. İnsan olarak bu potansiyelini yakalayamamış insan da evlerini yani bedenini ve gezegenini tahrip etmeye devam eder.
Başka bir olasılık ta her bir insan saklı olana kendini açmasıdır. Bunu yaptığında önceki senaryolarından özgürleşir, aniden insanların birbiri ile bağlantıları güçlenir ve yaygınlaşır.
İnsan olmanın özü de aslında bu bir arada olma deneyimidir.
sevgiyle ve neşeyle…….
“İnsan, kendini yalnızca insanda tanır.” Goethe